Bankacılığın önündeki engele dikkat!..
Türkiye’de ekonominin büyüklüğüne göre bankalar az kredi veriyorlar.
Krediler de, toplam bilanço büyüklüğü de bankaların sermayelerine göre çok küçük. Ülkenin borçlanarak tüketime çok elverişli güçlü bir demografik yapısı var ama hanehalkı borçluluğu yine dünya standartlarının çok altında (Grafik 2). Hanehalkının finansal varlıkları yükümlülüklerinin 300 milyar dolar üzerinde. Her yıl özel sektörün elini taşın altına sokarak yaptığı ekonominin beşte birine yakın yatırım harcamasına bakıldığında geleceğe yönelik olarak ekonominin büyük bir büyüme potansiyeli olduğuna inanılıyor. Benzer şekilde Türkiye’nin yine cazip ekonomik fırsatlar sunan çevre ülkelere kültürel ve coğrafik yakınlığı düşünüldüğünde bankacılık sisteminin hem Türkiye’de hem de yakın çevresinde “büyük” bir büyüme potansiyeli olduğu aşikâr.
Bu köşede yorumlar rakamlara dayanır. O nedenle “büyük” potansiyel deyip geçiştirmeyeceğim ve rakamsal boyutunu (belli makul varsayımlara dayanarak) göstereceğim. Eğer Türkiye’deki bankalar 2011 yılında sermayelerinden elde ettikleri ki yüzde 15,5′luk yıllık getiriyi, ki bu son 5 yılın en düşük oranı, gelecek 3 yılda devam ettirirse ve bu getirileri de kâr payı olarak dağıtmayıp bilançosuna yeni sermaye olarak ekleyip otoritelerin bugün için izin verdiği ölçüde krediye dönüştürürlerse (risk ağırlıklı) aktif büyüklüğünü iki kat yükselterek 2 trilyon TL’ye çıkartabilecek. Bu 1 trilyon TL’lik artış bugün itibarı ile Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan bankacılık sistemlerinin toplamı kadar bir büyüme demek. Türk bankacılığının büyüme potansiyeli işte bu kadar “büyük”.
Bu nedenle Türk bankalarına 2006 yılından beri büyük bir yatırımcı ilgisi var. Dünyanın büyük bankalarının piyasa değerleri çoğunlukla defter değerleri altında kalırken Türkiye’deki (halka açık) bankaların piyasa değerleri bunların çok üzerinde (Tablo). Dünyada son 3 yılda yaşanmakta olan şiddetli kriz dahi ilgiyi azaltamadı; sadece yatırımcıların coğrafyasında gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere (ya da Batı’dan Doğu’ya) bir kayışa neden oldu. Potansiyel yatırımcılar “stratejik ortak” tanımıyla belli bir yatırımcı tanımına limitlenmese aslında bankalara olan ilgi daha da artacak.
Fonlama sorununa dikkat!
Bu büyüme potansiyelini, yukarda verdiğim rakamsal örnekte de görüldüğü üzere, daha ziyade aktifler ya da aktiflerin en önemli unsuru olan krediler üzerinden vurguluyoruz. Halbuki bankacılık, sadece kendi sermayesini kullanarak kredi veren bir sektör değil. Sermayesinin üzerine (otoritelerin izin verdiği ölçüde sekiz dokuz kat daha) borçlanarak fon sağlıyor ve bunu, ağırlıklı olarak reel sektöre (üreticilere ve tüketicilere) ve biraz da devlete kredi olarak kullandırıyor. Türk bankacılık sisteminin en önemli ve takdir edilen özelliği, mevduat bazlı, yani çoğunu ülkedeki şirketlerin ve bireylerin mevduatlarının oluşturduğu bir fonlamaya sahip olması. 2011 sonu itibarı ile sistemin (sermayesi dahil) toplam yükümlülüklerinin çoğu mevduatlardan oluşuyor (Grafik 3). Dolayısıyla Türkiye’de bankaların toptan finansman adı verilen bir şekilde yurtdışından sağlanan büyük miktarda kredilere olan bağımlılığı düşük. Bu tür fonlamalar, toplamın yüzde 14′ü kadar. Sistemin global krizde sorun yaşamamış olmamasının en büyük nedenlerinden biri bu. Dünyada likidite sıkıntısı olduğunda kendi yağı ile kavrulmaya alışmış olan Türk bankacılık sistemi, toptan fonlamaya bağımlı sistemlere göre çok daha az etkileniyor.
Öte yandan geleceğe yönelik olarak çok bariz bir sıkıntı son yıllarda mevduat bazının kredilerdeki büyümeye yeteri kadar eşlik edemiyor oluşu. 2002 yılında Türkiye’deki bankalar topladıkları mevduatların sadece yüzde 33′ünü reel sektör kredilerine dönüştürüyordu. Kalan kısmı ağırlıklı olarak devletin finansmanına gidiyordu. Ama geçtiğimiz 10 yılda kamunun finansman ihtiyacı hızla azaldı ve bankalar kaynaklarını devlet tahvilleri yerine kredilere yönelttiler. 2011 sonunda kredi-mevduat oranı artık sihirli rakam olan yüzde 100′e geldi (Grafik 4). Artık Türkiye’deki bankalar, topladıkları mevduatlar kadar kredi veren bir konumdalar. İşin kolay kısmı bitti.
Büyümek için ne yapmak gerekir?
Yanlış anlaşılmasın: Türk bankacılık sistemi hâlâ mevduata dayalı ve bu nedenle fonlama bazı sağlam. Sorun, bundan sonra büyümek için mevduatlardaki artışın yeterli olmayışı. Çare “mevduat bazlı kalmada ve kredileri mevduata uydurup yavaşlatmakta” aranabilir. Ama bu da ülkenin kalkınma hızının yavaşlaması ve hızla büyüyen işgücünün ihtiyaç duyduğu kadar istihdam sağlayamamak demek.
Mevduatların eskisi kadar artmamasının önemli bir nedeni elbette ki hem reel hem de döviz bazında faiz oranlarının geçmişe göre oldukça düşük olması. Artık Türkiye’deki getiriler seviye ve istikrar açısından yurtdışından “kısa vadeli mevduat” şeklinde gelen sıcak para için yeterince cazip değil (o yüzden de bu ortamı sağlayan mevcut para politikası sürekli eleştiriliyor). Bu belki amaçlandığı gibi TL’nin değerlenmesini engelliyor ama aynı zamanda da bankacılık sisteminin reel sektöre kredi verebilme imkânını azaltıyor.
Bankaların bunu aşabilmek için artık yurtdışından sendikasyon, dış ticaret finansmanı, banka tahvilleri gibi yöntemlerle borçlanmaya ve bugünkü yüzde 13 gibi düşük olan toptan finansman oranını artırmaya ihtiyaçları var. Diğer bir deyişle, artık bankacılığın büyümesi (ve reel sektörü desteklemesi) isteniyorsa “bankaların fonlama tarafındaki risklerinin artmak zorunda olduğu” görülmeli. Ayrıca yurtiçinde bankaların mevduat rekabeti de özellikle TL tarafta şiddetlenecek. Yurtiçinde bankaların ve şirketlerin banka kredileri yanında daha fazla şirket tahvillerine yönelmeleri ve bu tahvillerin aktif bir ikinci piyasasının oluşması, yurtdışından mevduata azalan ilginin bu yollardan yeniden artmasını sağlayabilir.
Fonlamadaki bu “doğal” sıkıntı nedeniyle otoritelerin bankaları çok fazla dizginlemeye çalışmalarına gerek olmadığı da bir başka önemli bir mesaj. Türkiye’nin en büyük toptan finansman pazarı olan Avrupa Birliği, bugünkü acınacak halinde devam ettikçe zaten fonlama tarafındaki bu sıkıntı bankaların kredileri üzerinde doğal bir fren olacak.
Saruhan Özel – ZAMAN